8 Ağustos 2007 Çarşamba

HAVLU KENARI

HAVLU KENARLARI




Havlu kenarları tam çeyizlık tablo gibi....

6 Ağustos 2007 Pazartesi

SOBELENMİŞİM....

Sevgili bedializa ıle mamila arkadaşlarım beni sobelemişler...Nazik davranışlarına teşekkür ediyorum...Ben bu sobe işini pek beceremesem de yanıtlamaya çalışayım...Gücüm olsaydı sokak çocuklarına ve savaşlara neler yapabileceğim sorusu sorulmuş..Böyle bir gücüm olsaydı zaten her ıkısı de olmazdı..Diyelim bu güç bu gün verildiii....Dünyada silah denen unsuru kaldırırdım öncelikle.Ekonomik dengesızliği yok ederdim...İnsanoğlundaki egoyu en aza indirirdim.Güzel huylu,sevecen ruhlu,vicdan sahibi,kişilikli,birbirini anlayabilen,insan gibi insanlarla doldururdum dünyayı...O zaman ne savaş kalırdı ne de sokak çocukları...
Ben de bazı arkadaşlarımı sobeliyorum....
http://guldefne.blogcu.com/
http://biryudumhobi.blogcu.com/
http://cocuklarimicin.blogcu.com/
http://dahafazla.blogcu.com/

4 Ağustos 2007 Cumartesi

YAZLIK ŞAPKA

BU ŞAPKAYI KİM TAKMAK İSTEMEZ Kİ....AMA TAKANA DA DOĞRUSU PEK YAKIŞMIŞ....

GÜZEL YAZILAR

ONARMAYA ÇALIŞMAK MI,YIKIP YENİDEN BAŞLAMAK MI?
Kumdan bir kale düşünün. Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız.
Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra heybetli surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor.
Sizse elinizde küçük plastik kovanız, sahilden topladığınız kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor.
Küçük plastik kovanızla habire koşturup duruyorsunuz. Kan, ter ve panik içinde!..
O kadar odaklanmışsınız ki “onarmaya”, bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz.
Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edilebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceksiniz.
Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor.
Katlanamadığımız bir işimiz, sevmediğimiz bir çalışma ortamımız ya da gururumuzu inciten bir yöneticimiz oluyor bazen.
“Alışmaya” çalışıyoruz. İncinen yerlerimize her gün küçük yamalar dikiyoruz.
Ertesi gün sökülüyor yamalarımız, yara bere içinde, delik deşik, yorgun argın dönüyoruz evlerimize. “İşimi sevmiyorum ama dayanmak zorundayım!” diyoruz. Her şeyi bırakıp düşlerimizin peşinden gitmek, bir lüksmüş, şımarıklıkmış gibi görünüyor gözümüze. Öyle ki utanıyoruz da bazen, gitme düşlerimizden!
Parasal anlamda risk alalım ya da almayalım; “Çevrem ne der? Yıllardır çalışıp aldığım terfilerim ne olur?” kaygılarımız, hırslarımızdan ve profesyonel (!) değerlerimizden vazgeçemeyişimiz ve daha birçok neden bile bizi yeni başlangıçlardan alıkoyabiliyor.
Aynı durum ilişkiler için de, bitmiş ama süregelen evlilikler için de, hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi?
Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen yıkmak gerekmez mi?
Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi?
Yazar : Deniz Yalım Kadıoğlu

YAZLIK ÖRGÜ MODELLERİ



Yaz için değişik bir model...